20 Kasım 2016 Pazar

SEVGİ



   Gözlerim sevgiyle doldu birden, kalbim yumuşadı.. Karşımda bana sevgiyle bakan iki kara göz.. İçi gülen, bana bakınca parlayan.. Ve düşündüm sonra; Neydim ben? Kimdim? Layık mıydım bu sevgiye? 


Eskiden neden ben diye o kadar çok sorardım ki.. Neden.. Neden... Hep canım yandığında ama, hep içim acıdığında, gözümden yaşlar süzüldüğünde sordum. Neden?... 

Sevildiğimde sormadım mesela, saçlarım sevgiyle okşanırken, şefkatle ellerim tutulurken sormadım.. Yüzüm bir kez gülsün diye karşımda komiklikler yapan adama bakıp kahkaha atarken sormadım. 

Aslında insanım işte. Şükretmeyi bile bilmiyorum. Elimdekilerin kıymetini belki de bilmiyorum. İnsanım ne de olsa.. 

Şimdi başını kaldır ve yanındakilere bir bak, kim seninle? Kim sana destek? Omzunu kime dayamışsın? Kim iyi gününde yanında, kötü günlerinde kim kayıplarda.. Bakarsan anlarsın. Biraz derin bakarsan farkedersin. Sakın dönüp bakma arkana, dönersen adım atamaz, takılır kalırsın. Çünkü adım atmaktır yaşamak, yürümektir. 

Ve ben, ne zaman adım atamasam o iki kara gözü düşünüyorum, içim ne zaman öfkeyle dolsa o parlayan gözlere bakıyorum. Yıkıntılarımın arasındaki tek umuduma...

  

SABAH



Horozların ötüşüyle açtı gözlerini küçük kız. Burnuna gelen yemyeşil taze çimen kokusuyla kalktı yatağından. 

Sabahın ilk ışıkları vururken, kuzuların boynundaki çan sesleri geliyordu çok uzaklardan... 
Yalın ayak mutfağa yöneldi. işlemeli eski kilim ayaklarında masaj etkisi kadar rahatlatıcı bir his bırakıyordu. Henüz kimse uyanmamıştı. 

Mutfak penceresinden bahçeye baktı. 
Merdiven kenarına özenle dikilmiş güller rüzgarla sarmaş dolaş gibiydiler. Oturup sabahın dinginliğine kulak verdi.
Hareli yeşil gözlerini kapattı. Sessizlik...
Nasıl güzeldi. 
Minicik huzurlu bir evin içinde dışarıdan gelen cırcır böceklerinin sesleri melodi gibiydi...
Bu pencereden yağmuru izlemeyi de çok severdi, karın yağışını da..
 Kış geldiğinde dışardaki soğuk havadan koşarak eve geldiğinde sıcacık açılırdı bu kapı ona... Hele ki şimdiki gibi yaz günleri... Taze otlar yeşerdiği zamanlar...

 Doğayla iç içe yaşayan insanlar ne şanslı olduklarını bilmezler...

 Minik tombul elleriyle açtı pencereyi. Derin bir nefes çekti, bir nefes daha.. 
Bütün hücrelerine oksijen yayılırken tebessüm etti. Onun penceresinden hayat, onun baktığı yerden yaşamak ne kadar da güzeldi...

15 Kasım 2016 Salı

ALIŞMAK

Zaman geçti. Yaz bitti. Ağaçların yaprakları kurudu döküldü. Rüzgar çıktı, yağmur geldi... 
Ben gülümsedim.
 Zaman zaman hüzünlendim de. 
Ama devam ettim yaşamaya. Gayret ettim...
Büyüyen bir çocuğun hayata duyduğu heyecanı izledim, küçük şeylerden mutlu olan insanların gözlerindeki ışığı sevmeye devam ettim. Umut etmeye devam ettim. Sonra kabul ettim bazı boşlukların hiç dolmayacağını. Yarım kalmışlıkların benden götürdüklerine karşı direnmeyi bıraktım. 
Zaman geçti... 
Soğuk geldi, kar yağdı. Ben alıştım.
 Hayat böyleydi. Duygularımı özgür bıraktım. Dağılıp gitsinler istedikleri yana...
 Olduğu gibi yaşadım. 
Güzel yemekler yiyip güzel kıyafetler giydim. Mutluluk tam da bu değildi. Ama yetindim. 

Dalgaların yüzüme çarpmasını sevdim, rüzgarın saçlarımda dolaşmasını. 
Eski bir arkadaşımla kahve içmeyi sevdim martıları seyrederken. Yeni alışkanlıklar edindim. Yeni filmler izledim. 
Alıştım. Değiştim.. Büyüdüm. 
Bütün sorularımı cevaplanmamış halde arkamda bıraktım. Yürüdüm. Çünkü hayat böyleydi. 
Sana ne olursa olsun o devam ederdi... 

22 Ekim 2016 Cumartesi

GİTMEK

                                



Yürüyüp geçeceksin.İsteyen olduğu yerde dursun. Sen yürüyüp gideceksin...

Kırıp dökmeye çalışanlar olacak, seni aşağıya çekmek isteyenler de, ama sen yürüyüp geçeceksin...

Seni mutsuz eden şeyler olacak, gerçekleşmeyen rüyaların, kabus gibi günlerin, sen arkana bakmamayı öğreneceksin. 

Sana uzanan eller de olacak.

 "Hep yanındayım" diyenleri de duyacaksın.

 Daha da güçlenip sağlam basacaksın adımlarını. Ve yürüyüp gideceksin. 

İsteyen peşinden gelecek, isteyen yanından yürüyecek. Gülümseyeceksin. 

Önünde durup seni engellemek isteyenleri gördüğünde, insanları gözlerine bakınca tanımayı, çözmeyi öğreneceksin. 

Kimsenin senin için bir şeyler yapmasını beklemeden, kendine bütün iyilikleri kendin yaparak, yürüyüp geçmeyi bileceksin. 

Sonsuz olacaksın, cesur olacaksın, açık olacaksın. 

Arkana bakmadan geçip gideceksin...



3 Haziran 2016 Cuma

HAYAL


Bir hayal kurdum bu gece...

Süt mavisine boyadım gökyüzünü, bulutlar berrak pembe... Zümrüt yeşili bir doğa... Uzanıyor ışıl ışıl akan köpüklü nehirlerin etrafında... 

Güneş huzmelerini yansıtmış, doğmaya hazırlanıyor... Rüzgar neşeli neşeli dolaşıyor kırmızı gelinciklerin arasında. Adeta okşuyor ağaçların taze yapraklarını... 

Toprak kokusunu vermiş hayata, olabildiğince verimli... Rengarenk çiçekler açtırmış. 

Ayçiçeği tarlalarında kahkahalarla koşan çocuklar çizdim sonra, elele güvenin kucağında... Geleceğe umutla koşan o masum çocuklar... Bütün hayalleri gerçek olacak onların, hiç kırılmayacak hevesleri... Uzandıklarını tutup alabilecekler, inandıklarını başarabilecekler. Mutlu olacak her biri. 

Savaş yok, açlık yok, hastalık, umutsuzluk yok bu resimde... Kötü adamlar yok. Para için zulmeden, çalan, yakan, yıkan hiçkimse yok... Haksızlıklara yer yok... 

Kuşlar, uğur böcekleri, evini sırtında taşıyan kaplumbağalar hep bir arada, barış içinde... Özgürlüğün koynunda...

Bir hayal, küçük bir hayal sadece... 


18 Mayıs 2016 Çarşamba

MAVİ





 Mavi bir gökyüzü gibi bu hayat... Sakin, durağan... Onca hareketin içinde sessiz, görkemli...

 Hem içindesin, hem en dışında, hem ona aitsin, hem öylesine uzak... bazen kuşların süzülerek dans ettiğini görürsün bu gökyüzünde, bazen bulutlar seni güldürmek ister girdikleri şekillerle... Bazen kararır o bulutlar tam başının üstünde, dağılmak bilmez... Yağmurların, gök gürültülerinin ardı arkası kesilmez... Ne yana gideceğini şaşırtır insana...

Birden güneşin açtığı olur bazen de, hem de hiç beklemediğin bir anda... Senin de yüzünde güller açtırır...

Sonra renk olsun diye gökkuşağını yansıtır gövdesinde, gözlerini kamaştırır, mutlu olursun...

Bekleme, bu gökyüzü beklemediğin anlarda çoşturur içini.

Çünkü bir gökyüzü gibidir hayat... Bazen karanlık, bazen mavi, bazen bembeyaz, apaydınlık... 

22 Nisan 2016 Cuma

SEVGİLİYE

Gözlerini düşünüyorum hayattan korktuğum zaman, huzur dolu omzunu bir de...
başımı koyduğumda bilirim ki en güvenli yerdeyim... Bana hiç zarar gelmeyen, gelmeyecek olan yerde...

İhanetlerden korktuğum zaman kalbindeki sıcacık sevgiyi düşünüyorum, hiç bırakmayışını ellerimi, hiç bırakmayacak olmanı...

Anlam veremediğim kadar sevgi doluydun hep... Hep... Ben bu kadarını hakettim mi, emin değilim... Ama sevgin beni ben yaptı. Kendimi buldum, duruldum, sakinleştim, dinlendim...
Geriye çekilip hayatımı izledim seninle, hep oradan oraya göçebe geçmiş, hiçbir yere ait olamamış, darmadağınık hayatımı...

Beni toparladın, sarıp sarmaladın, iyileştirdin sevginle...

Şimdi burda, tam olduğum yerdeyim. Hayata başka bakıyorum, umut ederek, mucizelere inanarak, hakettiğin sevgiyi sana vermeye çabalayarak...

Ne geçmiş umrumda, ne de beni bekleyen gelecek...

Tam burdayım, seninle, senin olduğun yerde...

15 Nisan 2016 Cuma

HAYAT

Küçük hikayeler biriktiriyorum hayatın sakin saatlerinde... Hırsıma yenik düşmediğim, geçmişi sorgulamadığım, insanların başka başka yüzleri olduğunu aklıma getirmediğim zamanlarda...

Güneş odamın içinde parlarken, en uzak insanı en yakın hissederken, en yakını en uzak... 


Biraz gökyüzüne bakıyorum o zamanlarda, Yunus balıklarıyla yüzdüğüm rüyalarımı düşünüyorum. Elma şekeri kokusunu, hayatıma değmiş, hayatına değdiğim herkesi... 

Bir yandan havai fişeklerin atıldığı kutlamaları düşünüyorum, bir yandan kapalı kapılar ardında ağıt yakılan evleri... Hayat diyorum. Bu hepimizin içinde olduğu, bizi barındıran hayat... Aynı gökyüzü çatısı altında bütün bu olup bitenler... 

Sonra kanat çırparak uçan bir kuş dikkatimi dağıtıyor. Uzaktan gelen bir çocuk kahkahası doluyor kulaklarıma...

Tek tesellimiz her şeyin aynı kalmayacağı. Bir gün devranın dönmesiyle, unutmak denilen nimetle, hayat kendini temize çıkarır... 

12 Nisan 2016 Salı

UMUT


  • Alamadığın ne varsa hayattan, söküp almasını bileceksin. Ne işe yaramış bu güne kadar pes etmek, ya da isyan etmek?... Veya kim görmüş emek vermeden hayattan istediğini alan? Emeklemeden yürür mü bebek? Yürümeden koşar mı? 
  • Umudunu kestiğin anda durur hayat, onca gürültünün ve kalabalığın arasında, sokaklardaki insan yığınının içinde, derin bir sessizlikte hissedersin kendini. Herkes yaşıyormuş da senin hayatın durmuş gibi, onlar yürüyüp koşarken sen hareket edemiyormuşsun gibi...
  • Zorlarsın kendini, olmaz. Yaşananlar, yaşanamayanlar sırtında ağır bir yük, göğsünün ortasında kocaman bir ok gibi durur. Nefes bile aldırmaz. 
  • Yaşadıkça anlarsın ki hüzünlerin içinde bile mutluluklar gizliymiş meğer... Meğer hiçbir şey çaresiz değilmiş, çare kendinmişsin. Her şey senin elinde değilmiş. Elinde olmayan dış güçlere direnmek anlamsızmış. Her şey sonunda seni daha iyi bir yere vardırmak için, daha güçlü kılmak içinmiş. 
  • Dostunu, dost görünüp aslında hiç dost olmamış olanları ayırt etmen içinmiş... Yaşamadan bunların hiçbirini bilemeyeceğini anlarsın. Çürük elmalarından kurtulmuş bir ağaç gibi olup kalırsın sonunda. Sağlam.
  • Kalbinde üçüncü bir göz açılmış gibi olur. İnsanların içini, ta derinini çözersin. Risk almayı öğrenirsin, korkmamayı... Önüne çıkacak engellerin daha önce yaptıklarından zor olmayacağını bilirsin. Hayata asıl ozaman göğüs germek neymiş, anlarsın... Ve umut etmeye o zaman başlarsın. Her şeyin daha iyi olmasını umut etmeye... 
  • Hayatı yaşanır kılmaktır umut. Beklemek, sabretmek, gülümsemek, hayal kurmaktır. Çiçek açmak, meyve vermek, yaprak döksen bile tekrar açacağını bilmek... Yaşamaktır umut yaşayamadığın ne varsa, yaşatmaktır, asla pes etmemektir...

7 Nisan 2016 Perşembe

GECE


                           

... Yatağından doğruldu genç kadın. omzundan beline dökülen gür saçlarını elleriyle toplayıp tekrar dağıttı. Yastığının diğer yanını çevirip kendisini hırsla yatağa bıraktı, uyuyamayışına öfkelenerek...

Göz ucuyla duvardaki fosforlu saate baktı, 3'e gelmek üzereydi.

"Her gece aynı şey..." diye geçirdi içinden. " Her gece aynı uyku savaşı..."

Derin bir nefes alarak bütün vücuduyla sağ tarafına döndü. Midesinde yatmadan hemen önce içtiği bir kadeh şarabın verdiği rahatsız edici yanmayı hissetti. Pek içkiden anlamasa da damak tadına hitap etmeyen sert Ege şarabını yudum yudum bitirmişti. Şuan hiç bitirmemiş olmayı dileyerek yatağında dönüp duruyordu. Ayaklarını yataktan sarkıtarak gözlerini açtı. karanlık odada gözlerini devirerek sessizliği dinlemeye koyuldu.

Zihni durmak bilmeyen düşüncelerin akışına kapılmıştı.Üzümlerden yapılan şaraplar... O şarabın kadehine gelmesi için yemyeşil tarlalarda çalışan, emek veren insanlar...

Derken aklına çocukluğundaki üzüm bağı gölgesinde oturan kadınlar geldi. Taze bağ yapraklarının toplanıp sarma sarıldığı sofralar... Anadolu'nun kurak öğlen sıcağı kavurmaya başladığında insanlar evlerine çekilir, dışarı çıkmak için güneşin batıp havanın serinlemesini beklerlerdi...

Yetiştiği küçük kasabadaki o sıcak ortamları hatırladı. Bahçeli sıra sıra evler, şen şakrak sokak oyunları, haşlanmış mısır kokusu, bayram sabahları...

Bahçelerdeki ağaçlardan dalından koparıp yediği kırmızı eriğin tadını alır gibi oldu, tebessüm etti... Ne huzurlu yıllardı...

" Aslında dünya her zaman aynıydı" diye düşündü. "İnsanlar orada bile adil değildi, ama ben bunu anlayamayacak kadar çocuktum."

Sahi çocukken ne yapardı uyumak için? Aslında o kadar derin huzurların içinde hiç uyku sorunu çekmediğini hatırladı. Uyumadan önce kurduğu hayalleri... Şimdi ise yaşadıklarının ağırlığını düşünüyordu. Hayata ve insanlara olan güvenini kaybedişini bir de...

Zihnini tekrar çocukluğundaki hayallerine odaklanmaya zorladı.

Pamuk şekeri kokan bir akşamüstü, mahalleden geçen bir bisiklet tekerinin izi, çiçek açmış meyve vermeye başlamış ağaçlar, yağan yağmurun toprakta bıraktığı o huzur veren ses, toprak kokusu... Berrak gökyüzünde evlerine dönen kuş sürülerinin dansı... Annesinin sesini hissetti birden; " bak, kuşlar bile akşam olunca evlerine dönerler kızım, görüyor musun?"

Yüzündeki buruk tebessümle gözlerini kapattı. Nihayet uykuya dalabilmişti...

21 Mart 2016 Pazartesi

KENDİME MEKTUP

   

  Neyi ararız hayatta? Neyi bulmaya çalışırız? Ve deli gibi aradığımız o şeyi bulup elde ettiğimizde, aradığımız şeyin aslında o olmadığını kaç kez anlamışızdır?
İnsanlar ne için koştuklarını bilmeden bir sopaya takılmış ekmek parçasını kovalayıp durmakta... Yaşamak için mi? İyi yaşamak yada daha iyi yaşamak için mi? Peki nereye kadar? 
      
     Hep mutlu olmayı hedefleriz, Bir gün mutlu olmak... Okulu bitirince, iş bulunca, daha iyi bir işe başlayınca, daha çok para kazanınca, daha az yorulunca, bir gün sağlığımızı kaybettiğimizde ise tekrar sağlığımıza kavuşunca mutlu olmanın hayalini kurarak zaman akıp gider... Kaçırdığımız şey hayattır aslında..

     Sahilde yürürken yüzümüzde hissettiğimiz rüzgarın bizi mutlu edebileceğini düşünmeyiz. Ocakta küçük kırmızı bir cezvede haşlanan yumurtanın kaynarken çıkardığı ses, odaya yaydığı buhar bizi mutlu etmez. Yada önümüze gelen bir bardak taptaze çay, aniden yağmura yakalanmak... Bunlar mutlu etmez ama hep bir gün mutlu olmaktır hayalimiz. Gelecekle geçmiş arasında sıkışıp kalmış ruhumuz. Şimdiden bir hayli uzak...


     Hadi hergün yeniden başlayalım seninle, hergün en baştan... Başka türlü gelemeyeceğiz bu hayatın üstesinden... Başka türlü olmayacak. Herkes gibi araya araya yaşayıp, yaşlanıp, belki de bulduğumuzu fark edemeden, nelere sahip olduğumuzu göremeden, hayata teşekkür edemeden göçüp gideceğiz...
      Her gün yeni bir armağan... Bugün de bir hediye, bak kırmızı fiyonklu bir paket içinde sunulmuş sana... Güneş doğmuş, kuşlar uçmaya başlamış tüm kötü kalplere inat. Sen gülümse... Olmayacak, başka türlü olmayacak...


        

19 Mart 2016 Cumartesi

ŞEKER PORTAKALI



Neden şeker portakalı dedim bilmiyorum. Çocukluğumda beni etkileyen romanlardan biri olduğu kesin. Ama etkilendiğim öyle çok kitap var ki... Usta kalemlerden, güzel yüreklerden çıkan. En samimi bulduğum karakter Zeze'ydi sanırım. Şeker Portakalı kitabının baş karakteri... Bildiğim,duyduğum en hayalperest çocuk. Temiz, masum, duygusal... Küçücük kalbine sığmayan acılar taşıyan dupduru bir çocuk... Tam anlamıyla yüreğime işlemişti... Bu yaşıma kadar da hiç unutmadım. Hala evimde kitaplığımda baş köşededir yeri. 

Belki aynı samimiyeti hissetmek istedim. İçimden gelenleri özgürce yazabileceğim bir yer lazımdı. Sayısız günlükler aldım,yazdım,bitirdim... Bazıları kayıp... 20 dakikalık vapur yolculuğunda bile bir şeyler yazarken kendimi bulmaya başladığımda blog açmaya artık karar vermiştim. Bana ait bir sayfa, yazabileceğim sınırsız cümleler...
İstediğim tek şey yıllar sonra geriye dönüp yazdıklarımı okuduğumda tebessüm etmek... 

 

YAŞAMAK İSTİYORUM




Yaşamak istiyorum... Rüzgarı yüzümde hissetmek,yağmur damlalarına dokunmak,mevsimlerin değiştiğini birçok kez daha izlemek... Yeni heyecanlar duymak, yeni kıyafetler giymek, kilo vermeye çalışmak, bu hayatı iliklerime kadar yaşamak istiyorum... Acısıyla,tatlısıyla yaşamak istiyorum, ne kadar beter, acı veren duygum varsa... hepsini en derin haliyle de olsa yaşamayı, ölmeye tercih ediyorum...
Güneşin batışını bir kez daha izleme ihtimaline bile değer yaşamak, bir kez daha kar yağdığını görmek için, yaprakların sararıp ağaçtan döküldüğünü, ardından tekrar yeşerdiğini görmek için...
Annemin bana aldığı o şeker pembesi kazağın bende yarattığı  mutluluğu hatırlamak için, en sevdiğim şarkıyı bir kez daha dinleyebilmek için bile yaşamak istiyorum...
Hayatımın en acı günlerini yaşamayı mı yoksa ölmeyi mi isterdim diye kendime sorduğumda, ne kadar can yakıcı da olsa yaşamayı seçiyorum...
Demek ki bu hayat hala değerli, her şeye rağmen değerli...
Ne yaşamış olursam olayım bırakıp gitmek istemiyorum. Deliler gibi ağlarken bile ölmek istemiyorum... Sadece her şeyin daha iyi, çok daha iyi olmasını istiyorum, hayal ettiğimden bile daha iyi... 
Hayatı hala ve ısrarla hala seviyorum..

SARIL KENDİNE



Sarıl dostum,sarıl kendine... sımsıkı sarıl da kanamasın yaraların... Unutma yalnızsın, tek başına, sonunu görmediğin bir yolda yürüyorsun... Ve yine unutma ki, karanlıktaysan gölgen bile yalnız bırakır seni! Sen iyi ve güçlüysen herkes yanında... 

Boşuna dememiş Aşık Veysel;  "dost diye nicesine sarıldım, benim sadık yarim kara topraktır" diye...

 Bir gün geleceksin diye seni kollarını açmış bekleyen tek varlık topraktır... Bu dünya böyle bir felaket yeri, kimseye yüreğini açmayacaksın. O yüzden sarıl dostum kendine, sıkı sarıl ki ayakta durabilesin...Düşünme, sadece yaşa...

Bırak akışına kendini, bildiğini okuyan hayatın... Alsın sürüklesin seni de bütün içindeki o pislikle birlikte.
Ve ben nereye baksam ihanet, nereye baksam ticaret, nereye baksam çıkar görüyorum bu düzeni bozuk dünyada...


samimiyetsiz insanlar, aldatanlar,uçkur peşinde koşanlar,ahlaksızlıklarından utanmayanlar...  bir tarafta insanlar acı ve mutsuzluktan ölecek gibi olup da birtürlü ölemezken, diğer tarafta mutluluktan çıldıracak insanları görüyorum. Bu düzensziliğe isyan etmek istiyorum, çare yok susuyorum...


Şimdi yine bir otel odasında uyumaya çalışırken, susturamadığım düşüncelerimi dışa vurmasam olmazdı, yazmasam boğulurdum. 


Hayatında kimin olduğu,yanındakilerin yada arkandakilerin ne kadar güçlü olduğundan geç sen... Boş yere tutunacak yer arama. Yalnızsın bu hayatta, sarıl kendine sıkıca... İyi anlaş kendinle. Son nefesine kadar yanında olacak bir kişi varsa, o da kendinsin... 
CHİCAGO/2015